15 Eylül 2017 Cuma

Anatomi Sanatı: Body Worlds


Her şey Graz’da “Körperwelten” afişini görmemle başladı. Daha önce plastinasyon işlemini duymuştum, ancak araştırıp sergisine gitmeyi hiç düşünmemiştim. Sanırım bu beklentimin düşük olmasından, daha doğrusu çıkarılan bu harika işten bihaber olmamdan kaynaklanıyordu.

Daha önce duymayanlar için Body Worlds, bir kadarva sergisi! Ama öyle tıp fakültesinde efsane olmuş, formaldehit kokan, yüzüyle derisiyle önünüzde duran kadavralardan değil; kasları görünen, anlamlı hatta kimi zaman eğlenceli bile denebilecek pozisyonlarda sabitlenmiş kadavraların bulunduğu -kokusuz- bir sergi.

“Gerçek insan” demeden insan emin olamıyor, onun için tekrar söylüyorum; bu sergideki her organ gerçek organ ve her tüm vücut şeklindeki gösterim gerçek.

 

İnsan deyince, hemen akla “etik” sorusu da geliyor ki, benim de çok hassas olduğum bir nokta. Fakültede asla kadavra fotoğrafı çekmedim, zaten çekmek yasaktı, kesinlikle böyle olması gerektiğine de inanıyorum. Onun için burada da fotoğraf çekme konusunda tereddütlerim vardı. Ancak serginin başında, müzelerde olan fotoğraf çekilmez işaretinin aksine fotoğraf çekebilirsiniz yazması beni şaşırttı diyebilirim.

Serginin sonunda aldığım Body Worlds kataloğunun (katalog dediğim 230 sayfalık kitap) önsözünü okuduğumda “Evet bu insanlar aşmış” diye içimden geçirdiğimi söylesem, yalan olmaz. Editör, Almanya’da Felsefe ve Etik hocası Prof. Dr. Franz Josef Wetz. Önsöz, aslında benim sergide hissettiğim şeylerin en güzel şekilde kelimelere dökülmüş haliydi diyebilirim.

Her şeyden önce, bu sergi bağışçıların vucutlarından oluşuyor. Dolayısıyla onlar bu sergide sergileneceklerini baştan kabul etmiş, bunun gayet farkında ve buna katkı sağlamak isteyen insanlar. Hepsi anonim;  dolayısıyla karşınızda “ölü insan” değil, “insan vucudu” görüyorsunuz.



Sergilenme şekli de hayranlık uyandırıcı. Bu şekli anlatmadan plastinasyon işlemine kısaca değinmekte fayda var. Plastinasyon vucut sıvılarının ve yağlarının çekilmesi suretiyle, kadavranın bir dizi işlemden geçirilip her bir hücrenin reaktif polimerle kaplanması sonucunda oluşuyor. Bu da kasların, organların mumsu bir hal alıp istenilen oranda birbirinden uzaklaştırılıp istenilen pozisyonda birleştirilebilmesine imkan sağlıyor. Bu durumda masada yatan bir kadavradan ziyade; dans eden, bisiklet süren, ata binen, gitar çalan kadavraları incelemek mümkün. Bunu da kesinlikle hem sanatsal hem akıllıca buldum. Zira sergiye giren dokuz yaşındaki bir çocuk korkmak yerine ilgiyle insan vucudunun yapısını inceleyebiliyor. Yetişkinler için de yanı şey geçerli. Ayrıca farklı pozisyonlarda bulunan kadavralarda farklı yapıların gösterimi mevcut. Örneğin birinde brachial plexus ön plana çıkarılırken birinde iç organlara veya fleksiyon yapan özel bir kas grubuna vurgu yapılıyor.



 




İnsan vucudunu tanıdıkça insanlarda bir hayranlık duygusu uyanır. Enazından bende uyanıyor. Anatominin mantıklı düzeni, fizyolojinin düzenli karmaşası, kompenzasyon mekanizmaları... Bir kuyuya eğilip hayretle bakarken içine düşüp, o kuyunun “kendisi” olduğunu fark etmek gibi... İnanılmaz bir his; deyip kolları sıvadım. Başladım ilk embryodan itibaren sergiyi incelemeye...



 

Beş haftalık embriyodan itibaren, fetus, plasenta, hatta bebek kadavraları sözlü (Audio guide ile) ve yazılı anlatımlarla birlikte gösteriliyor. Verilen bilgilerin düzeyi her insanın anlayabileceği sadelikte. Yani sergi sadece tıp, biyoloji alanında çalışan insanlar için değil. Tüm insanlar için hazırlanmış.


  
Tüm vucut olduğu gibi organları da ayrı incelemek mümkün. Organların patolojik ve normal hallerini yan yana görebilirsiniz. Ayrıca yanlarında bu hastalıklarla ilgili temel düzeyde bilgiler ve risk faktörleri de yazılmış. Bunun da tıp, biyoloji ile yakından ilgilenmeyen insanlar için çok faydalı olduğunu düşünüyorum.

 





 

“Sigara içen insanın ve içmeyen insanın akciğerinin” sigara paketi üzerindeki fotoğrafının insanları pek etkilemediği kanaatindeyim. Ancak bu amfizem (emphysema) sonucu oluşan akciğeri gören insanların bunun bir numaralı etkeninin sigara olduğunu öğrenmesi; alveollerin gerilip genişlemesiyle yavaş yavaş ve geri dönüşümsüz olarak nasıl nefes almakta güçlük çekileceği görülürse,  gayet bilimsel ve gerçekçi bir yöntemle insanlar sigaraya farklı bir yaklaşımda bulunabilir diye düşünüyorum.

 

Anlatılacak, sadece tıbbi değil felsefi boyutta da insanın edinebileceği çok kazanım var ancak en sevdiğim iki gösterimi sizlerle paylaşarak yazımı burada sonlandırıyorum.





Kapıdan çıkarken en son hissettiğim kendini kadavra olarak bağışlayan bu insanlara duyduğum o derin saygıydı. Dünyadaki savaşların ve çıkar karmaşasının çok ötesinde; bedenini bilime miras bırakan bu güzel düşünceli insanların önünde saygıyla eğiliyor, şuan elimden ancak bu geldiği için bu yazımı onlara ithaf ediyorum.

Sevgiyle, bilimle kalın.

9 Ağustos 2017 Çarşamba

Tıp Fakültesi'nde Erasmus

Erasmus nedir?
Erasmus programı, kısaca öğrenci değişim programıdır. Yazımda bahsedeceğim Erasmus staj hareketliliğinin temel amacı sizin ülkenizde yapacak olduğunuz mesleğin yurtdışında yapılışını, işleyişini görmek ve orada deneyim kazanmaktır.

Erasmus programına iki şekilde katılabilirsiniz.
1.Erasmus öğrenim hareketliliği (yıl içinde bir veya iki sömestr süre ile yapılan)
2.Erasmus staj hareketliliği. (2-3 ay gibi bir sürede yapılan)

Türkiye’de her fakültenin kredi sistemi ve Erasmus yönergesi farklı olabildiğinden, bu yazımda kendi yapmış olduğum Erasmus Plus staj hareketliliği ile ilgili bilgi vereceğim. Kendi okulunuzla ilgili kesin bilgiye ulaşmak için lütfen okulunuzun dış ilişkiler ofisinin resmi sayfasını ziyaret ediniz.

Erasmus öğrenim hareketliliği bulunduğum okulda kredilendirilmediğinden, yani denklik sağlanamadığından Erasmus staj hareketliliğinden yararlanmaya karar verdim. Hem okuduğunuz eğitim yılını riske atmamak, hem de Türkiye’deki eğitiminizi tam anlamıyla tamamlamış olmak için yaz stajının faydalı olduğunu düşünüyorum. Ülkemizdeki fakültelerde genellikle sene içi denkliğin sağlanması pek mümkün olmuyor, ancak olanlar da var. Üniversitenizin dış ilişkiler ofisine bunu danışmanız gerekiyor.

Çoğu arkadaşımın yurtdışında eğitim diyince gözlerinin parladığını görebiliyorum, onun için dilerseniz hemen başvuru sürecine geçelim. 
Burada da temelde iki seçenek var. Biri okulunuzun anlaşmalı olduğu üniversitelerde staj için başvurmak, diğeri kendi staj yerinizi bulmak. Bu süreçte anlaşmalı üniversiteleri seçerseniz yazışma sürecini okul yürütüyor. Ve staj yeri bulmak için uğraşmıyorsunuz, yani en rahat olanı. Ancak kontenjanlar sınırlı ve ben okulumdaki anlaşmalı üniversitelere gitmek istemedim. Dolayısıyla staj yerimi kendim buldum.

Staj yerini nasıl bulacaksınız? Öncelikle hangi ülkeye gitmek istediğinizi belirlemenizi öneririm. Mesela ben Almanya veya Avusturya’ya gitmek istiyordum. Bu nedenle oradaki üniversitelerin sitesine girip, hocalara motivasyon mektubu (mail) gönderdim. CV’mi ve neden orada bulunmak istediğimi, ne yapmak istediğimi içeren bir mail. Çoğuna dönmediler ama pes etmedim. Kabul alana kadar gönderdim ve iki hocadan kabul aldım. İlk kabul eden hoca ile belge süreçlerini başlattığımdan onunla devam ettim. Burada en kritik nokta kabul mektubu almak. Kabul mektubu, hocanızın sizi kabul ettiğini resmi olarak belirttiği; nerede, hangi departmanda, kaç saat ve hangi tarihler arasında staj yapacağınızı açıkladığı bir belge. Bu belge sizi kabul eden kurumun veya hocanın imzasını ve mührünü içermelidir. Size taranıp PDF formunda gönderilmelidir. Ancak bu mektubu almanız durumunda resmi olarak kabul almış sayılırsınız ve ancak bu mektup ile kendi yerinizi bulduğunuzu belgeleyip Erasmus başvurusu yapabilirsiniz.

Erasmus için şartlar ne?
Erasmus stajı hibeli ve hibesiz olarak ikiye ayrılıyor. Hibeli için kontenjan az, hibesizde çok.  Okul ortalamanızın yarısı, dil sınavı puanınızın yarısı alınıyor. Elde edilen puan sizin yerleştirme puanınız oluyor ve başvuran arkadaşlarınız arasında sıraya giriyorsunuz. Asil kontenjan içindeyseniz hibeli olarak gitmeye hak kazanıyorsunuz.

Erasmus için dil bilmek gerekiyor mu?
Erasmus başvurusu yaparken, Erasmus dil sınavı sonucunuzu vermeniz gerekiyor. Bu sınav sonucu sizin belirttiğim gibi yerleştirme puanınızı oluşturuyor. Barajın altında kalırsanız durum ne olur bilmiyorum, çünkü ben bu sınava girmek yerine daha önce okulda girdiğim muafiyet sınavı sonucumu kullandım. %100 İngilizce bölümde okuduğum için girdiğim muafiyet sınavı belgesi okul tarafından kabul ediliyordu. Okulunuzdaki Erasmus yönergesini okuyup, hangi sınavları kabul ettiklerini öğrenmenizi öneririm.


Şimdilik temel olarak nasıl başvurabileceğinizi anlatmak ve büyük soru işaretlerini gidermek istedim. Eğer sorunuz olursa lütfen aşağı yorum bırakın!

Görüşmek üzere!




13 Temmuz 2017 Perşembe

Tıp Fakültesi Tercih Edecekler İçin Faydalı Yazılar

Merhaba arkadaşlar,

Öncelikle hedefine ulaşabilen herkesi tebrik ederim. Aşağıya geçen sene çok büyük zaman harcayarak teker teker konulara bölüp yazdığım yazılarımın linklerini koyuyorum. Ulaşmak için başlığın üzerine tıklamanız yeterli,

Sevgiler,


Önce klasik soruyla başlayalım... :)

Tıp çok mu zor? Tavsiye eder misin?



Daha sonra dili ile ilgili soru işaretlerini çözelim;

İngilizce tıp mı, Türkçe tıp mı?



Tıp fakültesi not ve geçme sistemlerinde en yaygın sistem olan entegre sistem hakkında detaylı yazım:


Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi'ni soranlar için:




Tercih listenizi oluşturmadan mutlaka okuyunuz:

Tıp fakültesi tercihi yapılırken dikkat edilmesi gereken 8 önemli husus

Bilinçli tercih listesi oluşturmanın ipuçları


Kararınızı verdiniz, tercih listesi hazır mı? O zaman sizi buraya alalım! :)

Hazırlık sınıfı ve muafiyet




Sosyal yaşama zaman ayırabiliyor musun diyenlere:



Fakülteye yeni başlayan arkadaşlarımıza özel:

Hoşgeldin tıbbiyeli!




1 Temmuz 2017 Cumartesi

Tıbbi İngilizce Geliştirmenin Yolları

Merhaba arkadaşlar!

Hazırlık sınıfını tamamlayan ve Türkçe tıp okuyan arkadaşlarımdan tıbbi ingilizce ile ilgili sorular alıyorum. Bunun için sizlere kısa bir yazı hazırlamaya karar verdim.

Tıbbi ingilizcemi ben fakültede okuya okuya, çalışa çalışa geliştirdim. Dolayısıyla size de aynı şekilde öğrendiğiniz konuların ingilizcesini çalışmanız üzerinden tavsiye vermem yerinde olacak. Tabiki dil seviyenizin de burada önemi var. Eğer başlangıç seviyesindeyseniz öncelikle günlük ingilizceyi ve temel bilgileri öğrenmenizi, sonrasında tıbbi ingilizceye yönelmenizi öneririm.

Ben hazırlığı atladığımdan, dönem bire başlamadan önce Lider yayınlarının "Medical English" isimli kitabını kullanmıştım. Burada tıbbi ingilizce için karşınıza çok çıkan kelimelerin listesi, cümleler ve çevirileri mevcut. Kitap sadece cümleleri İngilizce'den Türkçe'ye, Türkçe'den İngilizce'ye çevirmekle de kalmıyor, aynı zamanda bu çevirinin mantığını da açıklıyor.  Bu da hem anlamak için pratik yapmak, hem de çeviri mantığı hakkında da bilgi edinmek demek!

Bu kitabın yayından kalktığı ile ilgili bilgiler vardı ancak şuan kontrol ettiğim üzere maksimumkitap.com sitesinde var. (Bu yazı sponsorlu değildir, tamamen erişiminizi kolaylaştırmak için isim veriyorum. )

Ben kullandığım için özellikle bu kitabı önerdim, ancak inceleme şansınız varsa ve beğenirseniz elbette başka yayınlar kullanabilirsiniz.

Bir diğer önerim ise youtube izlemek olacak. Youtube üzerinden (özellikle Türkçe tıp okuyorsanız) o gün işlediğiniz konunun ingilizce animasyonunu, canlandırmasını, veya konu anlatımını izlerseniz; hem konu bilginiz pekişir hem de aynı konunun ingilizce anlatılışı ile ilgili kulak dolgunluğu edinmiş olursunuz.
Youtube arama kısmına konu başlığının İngilizcesini yazarak bulabilirsiniz.
Örneğin, Parvovirus B19 yazarak ulaştığınız bu video (tıkladığınızda bağlantıya yönlendirileceksiniz) eğlenceli animasyonlar sayesinde konu ile ilgili bilmeniz gereken şeylerin aklınızda kalma ihtimalini artıracaktır. Virüsün sebep olduğu etkenler bulaşma yolları, etkilediği yaş aralığı, semptomları vs. ezberlemeniz kolaylaşacaktır.

HIV replikasyon aşamalarını daha iyi anlayabilmek için yine buraya tıklayarak 3 boyutlu animasyona ulaşabilirsiniz.


Dil öğrenmek için şüphesiz, o dili sürekli kullanmak gerekiyor. Dolayısıyla bunu tıp öğreniminizle entegre şekilde götürmeniz yararlı olacak. Ankara Tıp mezunu Patoloji hocamız dil ile ilgili onunla konuşurken, Türkçe okuduğunu ancak bütün kitaplarının ingilizce olduğunu söyledi. Kendisi çok kıymetli bir hocamızdır, Türkçe tıp mezunu olarak Amerika'da bir dönem araştırma yaparak çalışmış, birçok önemli bilimsel çalışmalar ve yayınlar yapmıştır. Türkçe tıp okuyan arkadaşlarım için bunu özellikle yazmak istedim.

Bir de makale okumanız gerektiğinde, eğer o makaleyi anlayamıyorsanız lütfen bir arkadaşınıza atıp çevirttirmeyin. Bu size birşey kazandırmaz. Bugünü kurtarabilirsiniz, ancak yarın tekrar başka birine ihtiyacınız olacak. Onun için zor da olsa, zamanınızı da alsa elinize sözlüğü alın, tek tek bilmediğiniz kelimelerin karşılıklarını öğrenin. Zor da gelse, sürekli yaptıkça daha çok kelime öğreneceksiniz ve daha az sözlüğe ihtiyac duyacaksınız.

Dil deyince, şüphesiz yurtdışı deneyimi geliyor akla. Ama ben, şuana kadar hayatımda hiç yurtdışına çıkmadım! Yurt dışına çıkmak elbette dil öğrenmenizi çok daha kolaylaştırır, aynı zamanda kültürel olarak da size çok büyük katkı sağlar. Ancak Türkiye şartlarında gerek maddi olarak, gerek ailesel olarak her zaman herkesin yurt dışına çıkıp aylarca dil eğitimi alması mümkün olamayabiliyor. Bu durumda sizlere anlattığım yöntemler devreye giriyor. Peki ben yurt dışına neden çıkmıyorum? Şuana kadar istedim ancak önümde gerçekten elimde olmayan engeller vardı. Bu sene ise elimden gelen herşeyi, ama herşeyi yaptım! Ve yakın bir zamanda Avusturya'ya staja gideceğim! Neden orayı seçtiğimi, nasıl gittiğimi, nasıl ayarladığımı ve orada neler yaptığımı öğrenmek isterseniz; blogumdaki yeni yazıları bekleyebilirsiniz!


Umarım bu yazım sizlere yardımcı olmuştur,
Tekrar görüşmek üzere!


Diğer yazılarım:

İngilizce tıp mı, Türkçe tıp mı?








19 Mart 2017 Pazar

Tembelliğe son veriyoruz!

Hayatım boyunca deneyimlediğim ve gözlemlediğim şey, çalıştıkça insanın daha çok çalıştığı; bıraktıkça daha çok bıraktığı yönünde. Kardeşimin beş yaşındaki sözünü hiç unutmam: "Uyku uykuyu çeker." :) Gerçekten de öyledir. İnsan tembelleştikçe tembelleşir, çalıştıkça bir süre sonra bu tempo kendisine normal gelmeye başlar. Daha fazlasını ister.

Son zamanlarda istediğim tempoda çalışamıyorum, zamanımı iyi kullanamıyorum, bir hedefim var ancak çalışmaya bir türlü başlayamıyorum diyenler için bugün çeşitli önerilerden oluşan bir yazı hazırladım. Umarım bugün sizin için dünden farklı olur! :)

1-Sizi motive eden hedefiniz, gözünüzün önünde olsun.

Hedefiniz tıp fakültesiyse bir stetoskop, dolabınızda asılı duran bir beyaz önlük olabilir. Veya hayalinizde ODTÜ'de okumak varsa kampüs fotoğraflarını çalışma masanıza koyabilirsiniz.

Yapacağınız işi sürekli erteliyorsanız, kendinize küçük hatırlatmalar oluşturabilirsiniz. Spor yapmak isteyip yapamıyorsanız mesela, spor ayakkabılarınız kapının önünde olsun. Ertesi gün test çözecekseniz, o gün çözeceğiniz testleri masanızda bırakın.

2-Ne zaman başlayacağınızı mutlaka belirleyin.

"Yarın başlayacağım." cümlesi bence yeterli kesinlikte değil. Onun için, kendinize bir saat belirleyin. "Yarın saat 8'de uyanacağım, 8.30'da çalışmaya başlayacağım" gibi. Eğer uyanamıyorsanız veya kendinize verdiğiniz sözü tutmakta zorlanıyorsanız bir arkadaşınızla anlaşın. "Yarın 8.30'da kütüphaneye gideceğiz, 8 saat çalışacağız." gibi. Sonuncusundan ben daha çok verim alıyorum.:)
Zaman konusunda detaylı yazım için "Zaman yönetimi" yazıma buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.

Kütüphane demişken, en verimli nerede çalıştığınızı belirlemek ve oraya yönelmek de çok önemli.

3-Beş dakikadan az süren işleri şimdi yapın.

4-Yaptığınız işte güzel zaman geçirin,  mecbur ve stres altında olduğunuzu düşünmekten kaçının.

Çalışma ortamınızı ferahlaştırabilir, kütüphanedeyseniz yanınıza bir portakal suyu alabilir, fosforlu kalemlerinizle olaya biraz renk katabilirsiniz. Evdeyseniz kokulu mum yakabilir, çalışma veriminizi düşürmüyorsa barok müzik dinleyebilirsiniz. (Lütfen bunlardan sadece kendinize uygun olanları uygulayın, müzikle çalışamayan biri olarak ben diğerlerini tercih ediyorum.)

Aynı sandalyede onuncu saatten sonra nasıl güzel zaman geçirebilirim dediğinizi duyar gibiyim. Haklısınız. O zaman beşinci madde gelsin! :)

5-Dinlenmeye ihtiyacınız olduğunu unutmayın.

Makine değiliz. Dolayısıyla dinlenmeye de ihtiyacımız var. Ama yine bunu etkili ve dozunda yapmak önemli. Örneğin bir saat çalışmaya ayırdıysanız on dakika dansedin. Kan akışınız hızlansın, moraliniz yerine gelsin. Oturmaya mı geldik gençler? :)

Dipnot: Kütüphane hariç.


6-Elinizden gelenin "fazlasını" değil; elinizden gelenin "en iyisini" hedefleyin.


7-Telefonunuzun esiri olmayın.

Aylardır kullanmamış olabilirsiniz. Ama unutmayın; telefonunuzun bir kapatma düğmesi var.

8-Suçlamaktan vazgeçin.

Okulunuzu, hocalarınızı veya genlerinizi suçlamaktan vazgeçin. Şu lisedeyim, başaramam. Bu hoca anlatmıyor, öğrenemem cümlelerinin bahane olduğunu unutmayın. Dünyada ve ülkemizde çok zor koşullar altında okumuş, çok başarılı olmuş insanlar var. Onlar kimseyi suçlamadıkları için başardılar. Elinizdekileri kaynakları en iyi şekilde kullanmaya odaklanın.

Örnek mi istiyorsunuz? Prof. Dr. Aziz Sancar'ın hayatını bir okuyun...

9-Son olarak, başarılı insanlardan ilham almayı, okumayı, öğrenmeyi anlık bir iş gibi değil hayat tarzı olarak kabul edebilirsiniz. :)

Bu 9 öneri benim aklıma gelenlerdi. Eğer eklemek istedikleriniz olursa lütfen aşağı yorum bırakın.

Sıra ertelediğiniz o işi şimdi yapmakta!

Haydi!






22 Şubat 2017 Çarşamba

En iyi versiyonunuz


Önceki yazımda size motivasyondan bahsetmiştim. Motivasyon kaynaklarımdan birinin de ivme olduğunu, ileri gittiğimi görmenin beni daha da motive ettiğini söylemiştim. Uzun zamandır, kendimi ne konuda geliştirmek istediğim ve ileride kendimi nerede görmek istediğim konusunda düşünüyordum. Tatil boyunca ise kendimi geliştirmeye yönelik adımlar atarken bazı faydalı noktaları farkettim. Bu noktaları sizlerle paylaşmak istiyorum.

İlki, (bence) bizi neyin heyecanlandırdığını, neyin mutlu ettiğini keşfetmemiz aslında. Hayatımın her dönemecinde hatırladığım, bana çok anlamlı gelen bir cümleden yola çıktım; "There are no set rules in life" yani "hayatta kesin kurallar yoktur" Dolayısıyla hayat bir seçimdir ve başlıkta belirttiğim gibi, kendinizi geliştirmek birine benzemek değil; kendinizin en iyi versiyonu olabilmek anlamını taşır.

Gelişmenin dışarıdan gelen faktörlerle sağlandığını düşünüyorum. İnsan her ne kadar kendi içinde bir şeyleri keşfedebilse de bunu genellikle dış faktörlerin tetiklemesiyle yapar. Gittiğiniz okul, bulunduğunuz çevre, dinlediğiniz müzikler, okuduğunuz kitaplar, izlediğiniz filmler, belki de yaptığınız spor dalı... Kısacası zihninizin beslendiği kaynaklar sizin gelişiminizi belirler. Burada ise sorumluluğu çevreye atmayı pek de doğru bulmuyorum. Çünkü bu çevre, sizin talebinizle şekillenir. Dinamiktir. Özellikle de bunu keşfettiğinizde, artık sorumluluk tamamen size ait olur. 

Peki, ilginiz olan alanı buldunuz ve çevrenin önemini de fark ettiniz. Gelişmeniz için gerekli faktörleri nereden bulacaksınız? Araştırarak keşfedeceksiniz. Yararınıza kullandığınızda sizin için derya deniz olan, internet denilen bir kaynak var. İnternetin en sevdiğim yanı ise dünyanın diğer tarafındaki insanların bile yazdıkları yazıları okuyabilmek, konuşmalarını dinleyebilmek. Bu dediğim, bu özelliği kullanmayanlara basit gelebilir; şöyle açıklayayım. Ben sömestr tatilim boyunca okuduğum kitaplara, enstrüman çalışmalarıma ek olarak youtube izledim. Sadece Ted Talks videoları değil, aynı zamanda kişisel kanalların videolarından da çok büyük kazanımlar edindim. (İngilizce kanallar izlediğim için dilime de çok büyük katkısı oluyor.) Hatta size beni çok şaşırtan bir keşfimden bahsetmek istiyorum. Kişisel gelişim videolarını izlerken, karşıma önerilerde bir video çıktı. "..highly sensitive person.." Daha önce karşılaşmadığım bir kavramdı, tıkladım ve izledim. (Kısaca özetleyecek olursam: videoda dünyadaki insanların %15/20 civarının aşırı hassas başlığı altında sıralanabilecek bazı ortak ve belirgin özellikleri olduğu anlatılıyor.) Anlatılan "semptomların" :) kendimde de olduğunu farkettiğimde, bilgi kutucuğundaki teste tıklayarak "highly sensitive" olup olmadığımı görmek istedim. Ve sonuç ciddi bir rakam farklıyla, gerçekten hassas olduğumu gösterdi. Bu arada, dünyada bu kişiler %20 oranındaysa muhtemelen bu yazımı okuyan her beş kişiden biri de benim gibi aşırı hassas kişilerden oluşuyor. Onun için size bu konuda hemen kısa bir özet geçip yazıma devam etmek istiyorum.   (İlgilenmeyenler sonraki maddeye atlayabilir) Aşırı hassas olmak, aslında enerjiyle tarif edilen bir durum. Yani enerjiye hassasiyet de denebilir. Çok ışıklı, çok gürültülü ortamlardan; kalabalık, avm gibi mekanlardan rahatsız olmak gibi özellikleri var bu hassas insanların :) Yediği yemeklerden(veya açlıktan), çevresindeki insanların modundan güçlü derecede etkilenmek, birden fazla işi aynı anda yapmakta zorlanmak, işini yaparken biri tarafından gözetlemekten işini yapamayacak kadar rahatsız olmak vs. gibi... Bu liste uzayıp gitmesin, ben size (bize) güzel haberi vereyim: bu "hassas" kişiler çok detaylı ve dikkatli düşünüyor; sanata çok yatkın oluyormuş. Kendine yönelmeyi ihtiyaç haline getiren, iç dünyalarıyla genellikle konuşma halinde olan kişiler... Onlar için iç dünyalarına olan ilgileri/kabulleri dış dünyalarından daha önemli olduğundan, dış dünya tarafından onaylanmayı pek de umursamayan kişilermişiz. (Detaylı bilgi için aşağıya çeşitli linkler bırakacağım)

Keşfettiğim bir başka yol ise okumak... Elinize kitap alıp okumanızdan bahsetmiyorum. O da yapılmalı tabiki ama okumanın tek anlamının, sadece kelimeleri seslendirmek olmadığını fark etmek önemli. Mesela insanları okuyun, tespitler yapmaya çalışın. Bazı şeyler görerek, gözlemleyerek öğreniliyor. 

İnsanlar demişken, mutlaka tecrübelerden faydalanın. Ben okulumdan tutun hobilerime kadar, hatta kişisel hayatıma kadar her konuda insanların tecrübelerinden faydalanmayı asla ama asla hafife almam. Bu herkesin her dediğini yapın demek kesinlikle değil. Sadece dinleyin, fikirlerini sorun. Kararınızı verin. Çok yakından tanıdığınız, güvendiğiniz özellikle de yaşça sizden büyük bazı kişileri referans alabilirsiniz. Unutmayın, bu hayatı bir kere yaşıyoruz. Ve ben bu durumda yanlış yapıp bedelini ödemektense bedeli öngörülebilen zararlardan kaçınmayı tercih ederim. Bu sadece olumsuz birşey olmak zorunda da değil. Bilmediğiniz bir yöntemi, mesela "biyolojiye nasıl çalışmalı" sorusunu -bence- ilk olarak gidip biyoloji öğretmeninize sorun. Bana da soruyorsunuz, (elbette sorabilirsiniz, zaten bu blogun amacı tecrübe ettiğim konularda kişisel deneyimlerimi paylaşmak) ancak işi öncelikle uzmanına sormak her zaman en iyisidir diye düşünüyorum. :)


Umarım işinize yarayabilecek, sizlere küçücük de olsa bir ilham verebilecek noktalara değinebilmişimdir. Tıp ve öğrencilikle ilgili bütün sorularınızı ve yorumlarınızı aşağıya yazabilirsiniz. Sevgiler :)


Not: Mobil uygulamada gözden kaçabilmesine rağmen sitenin başında kategoriler var. Tıbbiyeli arkadaşlarım için yazdığım yazılar ile tıp öncesi (lise dönemindeki) arkadaşlara yazdığım yazıları bu şekilde ayırdım. İlgilendiğiniz kategorilere tıklayarak daha kolay bir şekilde yararlanabileceğiniz yazılara ulaşabilirsiniz.

Dr. Elaine Aron tarafından hazırlanan kişilik testi için buraya tıklayabilirsiniz.
Bu konuda Türkçe detaylı bilgi ve testin Türkçe'ye çevrilmiş hali için buraya tıklayabilirsiniz.
Bahsettiğim video için buraya tıklayabilirsiniz.




16 Ocak 2017 Pazartesi

Motivasyon ve Ötesi

"Nasıl motive oluyorsun? Nasıl motive olabilirim?" gibi çok fazla soruyla karşılaşıyorum. Bugün hem sorularınızı cevaplamak, hem de bu konuda kendi deneyimlediğim noktalara değinmek istiyorum.

Motivasyon herkeste farklı işleyen, aslında fazlasıyla soyut bir kavram. Herkesin motivasyon kaynağı kendine has olduğu gibi bunun derecesi, yarattığı etki de farklı. Bunu Tai Lopez "4 M's of Motivation" yani motivasyonun dört M'si olarak açıklıyor. İnsanların temelde 4 farklı şeyden motive olduklarını (money, mating, mastery, momentum) düşünüyor. Yani para, eş, uzmanlık, ilerleme isteği insanların motivasyonunu oluşturuyor, diyor. 

Bunu sizlerle özellikle paylaşmak istedim çünkü böyle düşünmüyordum. Ben kendimden yola çıktığım için belki de; insanın sadece sevdiği, tutku duyduğu şeyler için bıkmadan ilerleyebileceğini düşünüyordum. Bahsettiği "mastery, momentum" kısmına uyduğum içindir belki de. Bunları, benimle aynı motivasyon şeklini paylaşmıyor olabileceğiniz için özellikle belirtme ihtiyacı hissettim. Yani "Nasıl motive olabilirim?" sorunuzun cevabı aslında sizin içinizde. Sizin için en önemli olan "M" yi fark ettiğinizde aslında motivasyon kaynağınıza ulaşmış olacaksınız. 

Nasıl motive olduğumu soranlar için biraz daha açıklamak istiyorum. Ben, duygusal biriyim ve beni motive eden her şey içerisinde bir duygu barındırıyor. Tıp okurken çok zorlandığım anlar oldu, hala da zorlanıyorum. Saatlerce çalışmaktan yorulduğumda, bir gün doktor olacağımı düşünüyorum. Tedavi ettiğim bir yaşlı teyzenin kavuştuğu huzuru, bir çocuğun dinen gözyaşlarını hayal ediyorum. Veya bir hastalığa çalışırken konuya ilgim azaldığında, o hastalık sanki çok sevdiğim birinde varmış gibi düşünüp konuya o şekilde yaklaşıyorum. Uykusuzluğum azalıyor, yorgunluğum baskılanıyor. Yerini heyecan alıyor. Bir de heyecan duyduğum başka şeyler de var; müzik gibi. Lisede müzik grubumuz vardı. Fen lisesinde okumanın getirdiği yoğunlukla, bir gece yurtta kalıp çalışmamızı akşam tamamlayalım dedik. Saatlerce prova yaptık. Parmaklarımın nasıl morardığını hiç unutmam. Nasıl mutlu olduğumu da unutmam. Şuan ise fakültemizin tiyatro kulübündeyim. Aynı heyecanı şimdi de duyuyorum. 9.30'da başlayan ders için sabah 7'de kalkıp okula gidip, akşam 6'daki tiyatro çalışmasına kadar ders çalışmak, hasta olduğu halde hoca koş deyince koşmak, bağır deyince bağırmak... Motivasyon değil de nedir?

Gelelim, motivasyonun ötesine. Kendi motivasyon kaynağınızı bulduğunuzu varsayıyorum. Önemli olan kısımsa bunu hayatınıza geçirebilmeniz. Bunu da ancak disiplinle sağlayabilirsiniz. Çünkü, motivasyon duygu-durumunuzla ilişkilidir. İnişli çıkışlı, değişkendir. Motivasyonunuzu kaybettiğiniz anlarda, disiplininizi elden bırakmazsanız; çıktığınız yolda zorluklar da olsa ilerlersiniz.

Aslında disiplin konusunda uygulayabileceğiniz, özellikle kendinizde keşfedebileceğiniz çok şey vardır diye düşünüyorum. Benim sistemim ise "gemileri yakmak" prensibiyle gelişiyor. Şöyle ki, kendimi bazı şeyleri yapmak zorunda bırakıyorum.  Örneğin, üniversite sınavına hazırlanırken şöyle derdim: "Bu sınava ilk ve son kez giriyorum. Tek şansım var. Kazanmak zorundayım. Kesinlikle tercih yapacağım. " ve buna inandığım için her gün normal okul temposunda gece 2'ye kadar ders çalıştım. Bir sene boyunca her gün. 

Ben hep şunu düşünürüm; herkesin günü 24 saat. Bir piyano virtüözünün, bir cerrahın da 24 saati vardı gençliğinde. Şimdi televizyon karşısında oturup cips yiyen bir gencin de 24 saati var. Bilmem anlatabildim mi?


----

Zaman yönetimi ile ilgili önceki yazım için buraya tıklayabilirsiniz.

Yazımda bahsettiğim 4 M's of Motivation videosu için buraya tıklayabilirsiniz.