4 Şubat 2019 Pazartesi

Tunus Öğrenci Değişimi Hakkında Söylenmemiş Her Şey


Bugün size, Tunus’ta IFMSA öğrenci değişimi ile ilgili benim daha önce hiçbir yerde okuma fırsatı bulamadığım ve tamamen yaz stajında edindiğim tecrübelerimden bahsetmek istiyorum. Ve bana yöneltilen “IFMSA’da Tunus’u kazandım, sence gitmeli miyim” sorusuna kendiniz cevap verebilmeniz için orada yaşadıklarımı artı ve eksileriyle şeffaf bir şekilde anlatmak istiyorum.

Öncelikle her zaman aldığım sorudan başlayayım: “Neden Tunus?” Önceki sene Avusturya’da 2 ay genel cerrahi stajı yapmış ve oradaki hastane ortamını, ameliyatları, teknikleri gözlemleme fırsatı bulmuştum. Kültürel anlamda da orayı tanımıştım. Ben gelişmiş, gelişmemiş, az gelişmiş kategorisine koymaksızın her ülkenin ve orada yaşayan insanların kültürünü tanımaya değer buluyorum ve bu konuda oldukça hevesliyim. Tıp uygulamaları için de aynı şey geçerli. Ancak tıp alanında ufak tefek farklılıkları gözlemlesem de; daha çok ne kadar şeyin ortak olduğunu, tıbbın ne kadar evrensel olduğunu görmemi sağlıyor bu stajlar. Onun için bu sene rotamı benim için Kuzey Afrika’da pek bilmediğim bir ülke olan Tunus’a çevirdim.

İlk günüm

Tunus’ta beni nelerin beklediğini pek bilmiyordum ama havaalanındaki gidişimi herhalde hiç unutamam, çok ama çok heyecanlıydım... Derken... :) İlk gün benim için tam bir şoktu. Değişim öğrencilerinin(yani kalacağım eve) gittiğimde 2+1 evde 10 kişinin kaldığını gördüm. Bunu daha önce hiç deneyimlememiş olsam da, benim için başta hiç de kötü bir şey değildi. Aksine dünyanın dört bir yanından gelmiş meslektaşlarımla tanışmak, onların kültürlerini tanımak alışkanlıklarını öğrenmek benim için harika olacaktı. Yalnız bu bakış açım 10 kişinin bir banyoyu, bir mutfağı kullandığı gerçeğini değiştirmiyordu. Karmaşadan kurtulmak adına belli kurallar belirledik, evin temizliği için işbölümü tablosu yaptık. Çeşitli kurallarla bu durumu daha düzene sokmaya çalışsak da malesef işin içine on insan faktörü girince her şey mükemmel ilerlemedi diyebilirim. İlk şok aslında benim için bu değildi. Çünkü ilk şok evde suyun olmamasıydı. Toplamda 24 saat süren; 2 farklı uçak 3 otobüs ve 1 minibüs yolculuğu sonrası ulaştığınız evde değil duş alacak elinizi dahi yıkayacak suyun olmaması sizi üzebilir. Bulgaristanlı oda arkadaşım bu duruma uçak biletinin tarihini değiştirip bir an önce Tunus’tan gitme kararı alarak çözüm bulmuştu. Hatta havaalanında valizi kaybolan iki kişinin ülkeye girmeden vazgeçip geri ülkesine döndüğünden bahsetti. Bense asla ama asla erken dönmeyi düşünmüyordum. Matrikste bahsedilen kırmızı hapı kendi isteğimle yutmuştum, sonuçlarına da kendim katlanacaktım. :) Bunun daha bir başlangıç olduğundan, burada unutamayacağımız çok güzel anılarımızın da olacağından bahsedip arkadaşla konuştum. Sonra annesini arayıp benim ona söylediklerimi deyince annesi: “Arkadaşın çok pozitif düşünüyor, sen onunla daha çok konuş” demiş... :) Ve arkadaş sonuç olarak ayın sonuna kadar kaldı, aynı zamanda döndük... :)

Tunus’u ülkemizle kıyaslarsak tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki, genel anlamda koşulları sıkıntılı. Hastane koşulları, sokakları, altyapısı oldukça bizden geride. Lakin orada da şöyle de bir gerçek var; Afrika’da olmasına rağmen kuzeyde ve Afrika’nın (oraya kıyasla) en gelişmiş ülkelerinden. Ayrıca turistik öneme sahip bir ülke. Dolayısıyla kısıtlı bütçe ile (bize değişimde sunulan) bu tarz imkanlarda yaşayabileceğiniz gibi aynı zamanda paranızı konuşturduğunuzda oldukça eğlenebileceğiniz, Akdeniz sahillerinin tadını çıkarabileceğiniz oldukça lüks otelleri otelleri, turistik çöl safarileri ve daha nice eğlence imkanını sunabilen bir ülke... Ancak burada muhtemelen değişim ile ilgili bilgi almak isteyen arkadaşlarım bulunduğundan ben değişimde yaşadığım koşullardan bahsetmek istedim.

Orada günlerim nasıl geçti?

Hafta içi her gün kendi branşımızda stajımıza gidiyorduk. Saat 8.30’tan öğlene kadardı. Öğleden sonra bazı zamanlarda tıpla ilgili çalıştaylar oluyordu. Genel tıbbi bilgiler anlatılıyordu. Örneğin: göğüs filmi okuma, kardiyolojik muayene, simülasyon laboratuvarında (çok gelişmiş diyemem ama gayet faydalıydı)  çeşitli klinik tablolar ile okulumda gördüğüm derslerin bir genel tekrarı niteliğinde diyebileceğim dersler gördük. Bu derslerin olmadığı zamanda serbesttik. Hafta sonları farklı şehirlere seyahat ediyor hafta içi boş zamanlarda yakın çevreyi geziyorduk. Başta size konaklama koşulumla ilgili anlattıklarım sanki bir işkence çekmişim gibi gelebilir. Halbuki bu tamamen sizin bakış açınıza bağlı. Ben yapı olarak keşfetmeyi seven, koşul olarak çok yüksek hayat standartlarına takılı kalmamış, hatta “komfor alanından” çıkmayı ve farklı deneyimler yaşamayı seven biriyim. Onun için ben bunu farklı bir tecrübe olarak görüp oradaki günlerimin tadını çıkardım diyebilirim. Bu bahsettiğim yer bizim kaldığımız evdi, ancak hafta sonu gezilerimizde beş yıldızlı otellerde kalıyorduk. Adeta Survivor adasında kalıp, hafta sonu ödül kazanan yarışmacılar gibiydik :))) Onun için asla ama asla “gittim çok kötüydü” diye düşünmedim, öyle de demiyorum. Gittim, Türkiyedekinden çoook daha olumsuz şartlarla karşılaştım, ancak çok güzel anılarım da oldu. Onun için artı ve eksilerini bir araya getirdiğimde benim kesinlikle yine olsa yine giderim dediğim bir yer. Ancak herkes böyle düşünmeyebilir, bunu belirtmemde fayda var. Bazı insanlar yaşam standartlarına karşı çok hassas. Onun için kararı kendi yapınıza göre vermenizi öneririm.

Ancak kesinlikle gitmenin, sadece bana değil giden herkese çok büyük şeyler katacağına inanıyorum. Hastane’den bahsedecek olursam; her ne kadar yapılan işin amacı ortak olsa da imkanlar değiştikçe yöntemlerde de bazı farklılıklar sözkonusu oluyor. Bir örnek vereyim, laparoskopik ameliyat yapılırken hastanın içinden alınan ( çıkartılması gereken) parça hastanın içinde iken özel bir torbanın içine konur ve torba çekilir, böylelikle alınmak istenen preperatın tamamı çıkarılmış olur. Oysa orada bu torba yoktu. Ve cerrah hocamız steril bir eldiveni aldı. Uygun şekilde kesti. Düğüm attı ve onu bir torba haline getirerek hastanın içine gönderip dokuyu ona koyup çıkardı! Elbette en iyisi bu değildi, ancak steril bir torba tasarlamıştı işte! İşe yarıyordu! Çok şaşırdım. Ve çok saygı duydum. Çünkü o; ülkesinin şartlarında elinde olanın da fazlasını yapıyordu, o ameliyatı mümkün kılıyordu...

Kadın cerrahlar hakkında ise ayrıca bir yazı yazılabilir... Ancak bu yazımda da bahsetmek istiyorum. Tunus’ta beni en çok şaşırtan ve bana en çok ilham veren şeylerden biri; genel cerrahi departmanındaki cerrahların yarısının kadın yarısının erkek oluşuydu. Evet genel cerrahi her yerde zordu, ancak onların bizim gibi tabuları yoktu. Ya da en azından bizden önce yıkmışlardı.(üzgünüm ama bu konuda objektif olacağım) Bu durumun toplumsal önyargılarla ne kadar yakından ilişkili olduğunu bir kez daha görmüş oldum, ve bu benim hedefime olan motivasyonumu çok daha artırdı.


Yazmaya kalksam belki günlerce yazabilirim, ancak bu yazının bir noktada sonlanması gerekiyor. Sonuca gelecek olursak, bu bir ay benim için hayat boyu unutamayacağım bir ay oldu. Oldukça zor koşulların yanında hayatımda gördüğüm en güzel manzaraları da seyrettim, dünyanın dört bir yanından güzel insanlarla tanıştım, onlarla bir ayımı paylaştım. Zor koşullar içinse müteşekkirim. Çünkü bunların bizleri “Prenses psikolojisinden” koruduğuna veya kurtardığına inanıyorum. Kendimi bir “Stajyer doktor” veya bir “Tıp öğrencisi”nden ziyade,her zaman  “herşeyden önce bir insan” olarak gördüm. Zaten gerçek olan da bu. Kimilerimizin orada yakınarak geçirdiği koşullar aynı kıtanın güneyine gidildiğinde birçok insanın hayatı boyunca yaşama şansını bulamadığı koşullar. Ve yaşadığınız anı nasıl gördüğünüz “neye sahip olduğunuzla” değil; NASIL BAKTIĞINIZLA alakalı... Son bir örnek... Bir gün kaldığım odada kertenkele gördüm. Sürüngen canlılara karşı fobim olduğundan hemen beraber kaldığımız romanyalı arkadaştan yardım istedim. “Lütfen onu gönderir misin?” diye... Öldürse içim rahatlayacak yani. Utanıyorum kendimden. Sonra kertenkeleyi gördü ve dedi ki: “Wowwww, She’s so cute !!!!!”  yani diyor ki, çok tatlı! O sana hiçbir şey yapamaz. Küçücük. Ve durdum, düşündüm. Fotoğrafını bile gördüğümde fena olduğum o canlıyı kovmadı, ve ben o odada kalmaya devam ettim. İşte bunu kattı bana Tunus. Değiştim, ve bu değişimin güzel yönde olduğuna inanıyorum.

Size bütün samimiyetimle uzun da olsa bir özet geçmeye çalıştım. Şimdi gitmek isteyip istemediğiniz konusundaki karar size ait.
Ancak ben bile, gitmeye karar verenler için şimdiden heyecanlanmaya başladım diyebilirim...
Komfor alanınızı terkedip dünyayı keşfetmeye hazır mısınız? :)
O zaman yolunuz açık olsun!










2 Şubat 2019 Cumartesi

Tıp Fakültesinde Yurt Dışı Öğrenci Değişimi, IFMSA

IFMSA öğrenci değişimi nedir?

IFMSA öğrenci değişimi, kendi fakültenizde ilişkili kulüp ile (benim fakültemde TürkMSIC, bazen EMSA olabiliyor) yapılan anlaşmalarla sınava girdiğiniz ve sonucunda türkiye sıralamanız ile tercihlerde bulunup yurt dışında belli kontenjanlara göre yerleşip staj yaptığınız; tıp öğrencilerine yönelik bir değişim programı.


Observershipe göre avantajı nedir?
IFMSA öğrenci değişiminde (unilateral ve bilateralde değişmekle birlikte) genellikle sistem şöyle işler: Belli bir miktarda parayı (benim zamanımda 800 küsürdü şimdi 900 tl civarı olacak) kendi fakültenizdeki kulübün hesabına yatırıyorsunuz. Karşılığında gideceğiniz değişim ülkesinde konaklama imkanı sunuluyor. Ayrıca kulüp aracılığıyla gittiğinizde o ülkede bu kulüple ilgilenen tıp öğrencileri sizi karşılıyor. Böylece hiç kimseyi tanımadan bile dünyanın öbür tarafına gitseniz, oradaki meslektaşlarınızla hem tanışma imkanı bulmuş oluyorsunuz hem de size bir yabancının karşılaşabileceği bir çok problem konusunda destek sağlıyorlar.

Hangi aylarda gidilebilir?
Bu gideceğiniz ülkenin hangi aylarda öğrenci kabul ettiğine bağlı. Bu koşulları tercih yaparken ayrı ayrı incelemeniz gerekiyor. Süresi genellikle 1 ay sürecek şekilde oluyor.

Öğrenci değişimine giden öğrenci bu süre boyunca ne yapar?
Staj programı iki çeşit. Biri SCOPE diğeri SCORE. Farkları: “RE” ile biten research programı. SCOPE ise klinik stajı. Yani score ile giderseniz orada bir laboratuvarda bilimsel çalışma yapıyorsunuz, bir proje üretiyorsunuz, veya var olan bir projeye katkı sağlıyorsunuz. SCOPE’de ise klinik gözlem yapıyorsunuz. Ben klinik bilimlere ilgi duyduğumdan SCOPE genel cerrahiyi seçtim. Ameliyathanede ameliyatları izledim ve bazılarına asistanlık yaptım. Sizin de ilginize göre alanınızı ve branşınızı seçmenizi öneririm.

Aslında bu değişim hakkında sorulabilecek çok sorunuz olabilir, ancak ben şimdilik olayı aklıma geldiği kadarıyla genel hatlarıyla tanıtmak istedim.Özetleyecek olursak bu program tıp öğrencilerinin farklı ülkelerde mesleki deneyim edinmesini sağlayan bir program; genel anlamda avantajı konaklama, irtibat, ve daha bir çok gerekli belge işleri konusunda organizasyonun size oldukça yardımcı olması. İlk kez değişime gidecekler için IFMSA’nın uygun olduğunu düşünüyorum. ERASMUS’a da gitmiş biri olarak kıyasladığımda; erasmus belgelerinin, ve yanında ilgilenmem gereken şeylerin (konaklama, irtibat vs.) beni gerçekten çok yorduğunu söyleyebilirim.Ancak IFMSA böyle değil, bunun için de avantajlı buluyorum ve sizlere tanıtmak istedim.

Umarım faydalı olmuştur, bir sonraki yazımda Tunus’daki değişimden bahsedeceğim. Bu yazımla ilgili sorularınızı yorum olarak aşağıya yazabilirsiniz, sevgiler!


12 Ekim 2018 Cuma

Kontakt Lens Kullanımı Hakkında Söylenmemiş Her Şey

Miyop olduğu için 10 yıldır gözlük, 8 yıldır lens kullanan biri ve göz hastalıkları stajını yeni tamamlamış bir stajyer doktor olarak bugün sizlere bu konuda kendi yaşadığım deneyimleri bilimsel gerçeklerden hareketle, herkesin anlayabileceği sade bir dille aktarmak istiyorum.

Eğer siz de bu konuya meraklıysanız; lens kullanmayı düşünüyor, karar veremiyor veya kullanıyorsanız okumanızın faydalı olabileceğine inanıyorum.

Bu konuda çok soru alıyorum, onun için süreci kendi lense başlama anımdan itibaren yaptığım yanlış ve doğrularla aktarmak ve soru işaretlerinize bu şekilde cevap vermek istiyorum.Her kişinin gözlük kullanımı, numarası farklı dolayısıyla lens kullanım kararı çok kişisel bir karar. Bunun için kendi durumumu belirtmem faydalı olacak.

Öncelikle gözlük kullanmaya başladığım ilk iki sene, gözlüğümü düzenli kullanmakta çok zorlanıyordum. Ağır geliyordu, alışamıyordum. Liseye başladığımda ise aylık değişimli diye belirtilen kontakt lenslerle tanıştım.

  • Öncelikle lens kullanmak için gözlerinizin buna uygun olup olmadığını öğrenmeniz gerek.


Bunun için bir göz hastalıkları uzmanına muayene oldum. Kendisi lens kullanabileceğimi, oldukça konforlu kullanım imkanı sunduklarını hatta lensleri “sadece ayda bir kere çıkarıp temizlememin” yeterli olduğunu söyledi. Ne büyük yanlış. Geriye dönüp baktığımda hala hayret ediyorum. Sadece ben değil şuana kadar tanıştığım ne kadar göz hastalıkları uzmanı varsa onlar da hayret ediyor. Okuduğum bilimsel gerçekler de bunun göz için ne kadar zararlı olduğunu, enfeksiyondan başlayarak bir çok açıdan göze zarar verdiğini destekliyor...

  • Yani ikinci kuralımız: “O lensler uyumadan mutlaka çıkarılacak.”


Benim lens kullanım şeklim sabah takıp okuldan eve geldiğimde çıkarmak şeklinde. Hatta bu aralar haftanın sadece 3 günü lens kullanıyorum!

Evet yanlış okumadınız!

Peki neden?
Öncelikle her ne kadar estetik olarak güzel görünse de (şuan lens kullanmamdaki önemli bir faktör) her ne kadar gözlüğün ağırlığından kurtulsanız da lens gözünüzde bulunan yabancı bir cisim. Özellikle 8 senelik kullanımın ardından gözleriniz eskisi gibi olmuyor. Kurumaya başlayabiliyor. Eskiden benim için gözlük takmamak göz sıvımın miktarından daha önemliydi. Şimdi öyle değil. Biliyorum ki bir çift gözüm var, ömür boyu bunları kullanacağım. Bunlar benim için görsel kaygılardan daha önemli. Atalarımızın da dediği gibi; onlara gözüm gibi bakmalıyım. :)

Peki madem sağlıksız o zaman neden lens kullanıyorum? Dediğim gibi, genellikle estetik açıdan kullanıyorum. Ancak gözlüğün sorun yarattığı yağmur kar, buğu yaptığı durumlar, spor aktiviteleri gibi durumlarda lens yine avantaj sağlıyor. Yaz ayında deniz- havuz gibi yerlerde de yine lens avantajlı diyeceğim lakin burada bir es veriyorum. Çünkü bu çok hassas bir konu: Lens kullandığınızda kesinlikle deniz havuz içerisinde gözlerinizi açmamalısınız, gözünüzden fırlar. Gözünüzü açmasanız bile yine bu yerlerde lens kullanmak aslında sağlıklı değil. Yani bunu kesinlikle ÖNERMİYORUM. Ama dürüst olayım, maalesef ben hiçbir şey göremediğim için arada kullanıyorum. Ancak en kısa sürede lenslerimi çıkarıp solüsyona koymayı ve gözlerimi dinlendirmeyi ihmal etmiyorum.

Yine lensin bir avantajı; gözlükte görüş açınız 180 derece ile sınırlanıyor. Lenste kenarları da görebiliyorsunuz. Dolayısıyla çok daha konforlu bir göz kusuru düzeltmesiyle karşı karşıya olduğumuzu unutmamak gerekir. Ayrıca düzgün temizlenen ve sağlıklı kullanılan bir lens gözünüze batma vs. Yapmayacağından onu unutup gözleriniz sağlammış gibi yaşamanıza olanak da sağlıyor... Özellikle yıllarca gözlük kullanan biri lens denediğinde bu farkı fark edince çok mutlu oluyor... Gözü sağlam olanlar; değerini bilin... :)

Geldik başka bir soruya: lens kullanmak - gözlük kullanmak miyop artışını etkiler mi? Tedavi eder mi?
Cevap: tedavi etmez. Sadece o anki probleminizi çözer. Gözlüğün numaranızı düşürmek gibi bir etkisi yok. Sadece bazen doktorunuz sizin kinik durumunuza göre bazen göz numaranızı düşürme kararı alabilir. Ancak bu gözünüz iyileştiğinden değil o anki klinik durumunuzda daha düşük numara kullanmanızın size fayda sağlayabileceğinden dolayı alınabilen bir karar. Lens ve gözlüğün burada değinilebilecek tek farkı şu: bazı insanlar gözlüklerinin üstünden, kenarından bakabiliyor. Özellikle alışma sürecinde. Ve bu da gözlüğü takmamak gibi sizin numara artışınızın hızlanmasına neden olabilir. Lens bu açıdan faydalı olabilir ancak sağlıklı bir gözlük kullanımında lens kullanımının numara artışı açısından gözlüğe üstün olduğunu söyleyemeyiz.

Lens kullanmayı düşünen ancak karar veremeyen kişiler, şunları unutmamalı:

Lens gözünüze giren yabancı bir cisim. Gözünüzün oksijen geçirgenliğini azaltması, gözyaşının fazla kaybı ile kuruluğa sebep olması ve enfeksiyonlara zemin hazırlaması açısından kullanmadan önce bu ihtimallerin kabul edilmiş olması gerekiyor. Ama... 8 yıldır hiç enfeksiyon şikayetim olmadı. Bunu ise lens konusunda çok titiz olmama bağlıyorum. İlk başlangıçtaki yanlış yönlendirme hariç; hep uyumadan lenslerimi çıkardım. (uyunabilir olsalar bile) Mutlaka takıp çıkarma kurallarına uydum. Temizliğine çok özen gösterdim. Ancak bu şekilde özenli kullanabilecekseniz tavsiye ederim. Bunu dışında, numarası 2’nin altında olanlara genel olarak (kendi görüşüm) tavsiye etmem. Ben 2,5 numara ile başladım. Şuan 3 kullanıyorum. 2’nin altında yeri geldiğinde gözlüksüz hayatın tölere edilebildiğini düşünüyorum. Bunun için bir yabancı cismin gözde kullanımı değer mi? Sorusunun cevabını size bırakıyorum. Ancak ben değmeyeceği kanaatindeyim.

Bunu dışında, gözleriniz lens kullanımına uygunsa ve karar verdiyseniz doktorunuza muayene olarak lens çapı ve derinliğinizi ölçtürmelisiniz. Ayrıca her markanın her lensi size konforlu bir kullanım sağlamaz. Onun için gözünüzde deneme lensleriyle doktorunuzun yine gözünüzdeki lensin hareketini incelemesi ve onay vermesi gerekiyor. Lütfen bu konuyu es geçmeyin.

Son olarak ameliyat konusuna çok kısa değinmek istiyorum. Ben gerek numara artışımın devam etmesi, gerek ameliyatın komplikasyonlarından çekinmem nedeniyle şuan ameliyat olmayı düşünmüyorum. Açıkçası o kadar alıştım ki, bu şekilde hayatımı devam ettirmek artık bana anormal gelmiyor. Sağlam bir çift göze sahip olmak elbette çok kıymetli, ancak gerek gözlük kullanan göz hekimlerini görmem gerekse ameliyatın uzun vadeli sonuçları ile ilgili bir takım soru işaretlerinin bulunması beni ameliyattan uzak durmaya itiyor diyebilirim. Ameliyat olan arkadaşlarım var, çok memnunlar ancak dediğim gibi şuan için bu tedavi benim tıbbi durumumda tercih edeceğim bir tedavi değil.

Umarım faydalı bir yazı olmuştur,

Tercihiniz hangi tedaviden yana olursa olsun, gözlerinize “gözünüz gibi” bakmanız dileğiyle...

Sağlıklı günler.



30 Temmuz 2018 Pazartesi

Prof. Karatay'ın Görüşleri Hakkında Söylenmemiş Her Şey

Ülkemizin en büyük sorunu bence ne şeker ne de Canan Karatay. Bence en büyük sorunumuz, bilgiye "taraftar bakış açısı" ile yaklaşmak, yani okumamak, araştırmamak ve öğrenilen bilgileri akıl süzgecinden geçirmemek...

Yazım size bir tıp öğrencisine göre "iddialı" gelebilir. Ama size şunu garanti ediyorum ki, bu yazıyı gerçekten eleştirel bir bakış açısı ile yazıyorum. Amacım ne kimseyi aklamak, ne de kimseyi karalamak. Amacım sadece sizleri biraz olsun "düşünmeye" sevk etmek...

Öncelikle şunu da belirteyim. Ben beslenme ve diyet uzmanlarının aldıkları eğitime oldukça saygı duyuyorum. Tıp fakültesinde şuan almakta olduğumuz eğitim "besinler üzerine" değil. Dolayısıyla bu konuda bir şey öğrenmek istediğimde soracağım soruyu beslenme ve diyetetik okuyan; aldığı eğitime, bu konudaki bilincine güvendiğim bir arkadaşıma yöneltiyorum.(Sonuçta ona da bu alanda uzman hocaları öğretiyor) Hatta beslenme ile ilgili tavsiyelerini soruyorum, öğün önerileri alıyorum ve söylediklerine çok önem veriyorum.

Yani besin denildiğinde, öncelikle bir doktora değil bir beslenme uzmanına kulak vermeyi tercih eden biriyim.

Ancak...

Bu benim beslenme konusunda hiçbir şey araştırmayacağım, hiçbir şey okumayacağım anlamına gelmiyor. Özellikle de bir tıp öğrencisi olarak, Amerika'da çift dalda uzmanlığı olan bir profesörün, Türkiye'deki onlarca uzman doktorun ve beslenme uzmanının dahil olduğu bir "tartışmaya" kendi bakış açımı geliştirebilmek amacıyla Karatay'ın kitabını okudum... Önce bir dinleyelim dedim,
 "Kim, ne diyor?

Kitabını okuduğumda, Karatay'ın açıklamalarını, bir tıp öğrencisi olarak oldukça mantıklı bulduğumu  söyleyebilirim. Evet, eleştiriye açık; çünkü ezber bozan bilgiler veriyor. Evet, tıpta "guideline" dediğimiz klavuzlara meydan okuyor. Okuyabilir. Çünkü o bir bilim insanı.

 Ancak bu bilgileri kafasından uydurmuyor. Her "iddiasının" bir referansı var! Dolayısıyla, Karatay'ı "yargısız infaz" etmeden herkesi önce kitaplarını, sonra referans makalelerini okumaya davet ediyorum.

Temelde bu yazımda değinmek istediğim, insanların kafasını karıştıran  3 konu var. Birincisi, Karatay diyeti, ikincisi ilaç firmaları konusu, üçüncüsüyse şeker yükleme testi.

Karatay diyetine, vücudun mekanizması fizyolojisi ve biyokimyası konusunda eğitim almış biri olarak bakışım öncelikle olumlu. Ancak burada da ak-kara psikolojisine girmediğimi bilmenizi isterim. Besinlerle ilgili bu süreçte farklı kaynakları, farklı diyet - daha doğrusu beslenme- tiplerini de araştırdım. Ve bu konuda,  (halk adına bir sonuca varmaktan bahsetmiyorum) kendi adıma vardığım sonuç şu oldu:

Elbette Karatay'ın bahsettiği doğal besinlerden oluşan, doğal yağlar ve doğal proteinlerin bir arada alınması paketli yiyeceklerin sıfıra indirilmesi oldukça mantıklı. Ancak burada eleştirel yaklaştığım açı şu: biz bu doğal yiyeceklere erişme konusunda yeterli imkanlara sahip değiliz. Ben örneğin Ankara'da yaşayan bir öğrenci olarak, doğal tavuk yumurtasını bir yerlerden buldum diyelim, ama paketlenmemiş sütü nereden bulacağım? Diyelim sütü buldum, yoğurdu mayaladım. Organik domatesi nereden bulacağım? Hadi diyelim ben buldum, 79 milyon insan nereden bulacak?

Dolayısıyla diyetin tam kurallarına uygun şekilde sürdürülebilirliği zor diye düşünüyorum. Eleştirim bu, ancak "Doğalıyla Karatay'ın önerdiği şekilde beslensek sağlıklı olur muyuz?" okuduklarım üzerine, kanaatimce oluruz. Ama dediğim gibi, gerçekçi olursak o kadar doğal beslenmemiz çok mümkün görünmüyor. 

Gelelim ikincisine. İlaç firmaları konusu. Öncelikle, ilaç "gerçekten ihtiyacı olan" hasta için yani doğru zaman doğru endikasyon ve doğru dozda kullanıldığında dünyanın en hayati şeyidir. Unutmayalım ki kolesterol ilacını da antibiyotiği de üreten ilaç firmaları. Dolayısıyla ben ilaç firmalarını ve ilaçların hepsini birden karalamadan önce insanlara bunu hatırlatmak istiyorum. Ancak şunu biliyoruz ki, bu da işin içine para giren bir sektör. Ve burada da insan faktörü devreye giriyor... Bu konuda çok acı oyunlar döndüğüne inanmama rağmen para, vicdan, insan üçlemesine burada bir es verip içinde yaşadığımız dünyaya bir bakalım diyorum. Bildiğimiz gibi dünyamız şuan insan kapasitesini besin anlamında doğal yollarla şu halde kaldırmayacak durumda. Bu gerekçeden de yola çıkılarak, tükettiğimiz besinlerde genetik değişiklikler yapılıyor veya sonucu sağlığa zararlı olacak şekilde işleniyor. En çok yediğimiz şeye, ekmeğe bir bakalım. Beyaz undan yapılan ekmekten bahsediyorum. Beyaz un, rafinasyon işlemleriyle üretiliyor. Bu işlemler esnasında mineral ve vitaminden zengin kısmı ayrıştırılıyor. Geriye buğdayın dörtte üçünü oluşturan, endosperm denilen, nişasta karbonhidrat yüklü, posadan vitaminden ve mineralden fakir kısmı kalıyor.

Yani, eğer ortalama bir Türk insanı gibi besleniyorsanız, evinize ekmek giriyorsa  doğal beslendiğinizi iddia edemezsiniz. 

Dolayısıyla da,  Karatay "Statin ilaç firmalarının bir oyunu" dediğinde, kullandığınız ilacı bir kenara atmadan önce bunu Karatay'ın sarf ettiği tüm cümlelerin bağlamında değerlendirmeniz gerekir!

Dediğim gibi ben insanlık üzerinde çok büyük besin oyunları oynandığına inanan bir kişiyim. Bu nedenle Prof. Dr. Canan Karatay'a öncelikle cesaretinden ötürü büyük saygı duyuyorum. Halkımızın bu konuya ilgi göstermesini de oldukça haklı buluyorum. Ancak unutmayalım, Karatay'ın dediği şekilde sağlıklı olmamız için onun dediği şekilde beslenmemiz gerekiyor... Ama biz böyle beslenmiyoruz, beslenemiyoruz! Hal böyle olunca bu durumu bütünüyle değerlendirmeyen bir insan, televizyonda gördüğü "tereyağı yiyerek kalp hastalıklarından korunun" sözünü duyup, marketten X markasının bir sürü işlemden geçirdiği paketli tereyağını alıp yiyor... Sonra da sağlıklı beslendiğini sanıyor...

Daha da ilerisinde, kullanması gereken ilaçları kullanmayan kalp hastaları var. Bunun yüzünden hayatını kaybeden... Yine sebep aynı. Eksik bilgi, eksik uygulama.

Peki halk ne yapsın?

Bence burada tıp eğitimi almamış insanların kafasının karışması çok doğal. Tıp dışında bir kişinin, bunca bilginin içinde yüzüp "doğruya" erişmesi mümkün değil. Dolayısıyla burada devreye uzmanlar giriyor! Bildiğiniz gibi Prof. Karatay'ı televizyonda sıkça görüyoruz. Ancak dünyadaki tek profesör Karatay değil ki... :( Bu durumu farklı açılardan da değerlendirecek, Türkiye'de olup bitenle ve tıbbi bakış açısıyla sentezleyip tartışabilecek çok kıymetli hocalarımız var... Ben bu hocalarımıza da söz hakkı verilmesi gerektiğini veya onların bu söz hakkını alması gerektiğine inanıyorum.

Toparlayacak olursak ilaç konusunda, özet düşüncem şu: Doğal yaşamda bunca ilaca ihtiyaç yoktur, ama biz doğal yaşamıyoruz. Dolayısıyla ihtiyacımız olduğunda, hastalığımızı takip eden, aklı hür vicdanı hür her hekim tarafından reçete edilen ilaçların kullanılması gerektiğine tüm tıp bilgimle inanıyorum.

Peki hekime nasıl güveneceğiz? Bir hekime, hasta olarak başvuruyorsak güveneceğiz. 

Güvenmediğimiz hekime de gitmeyeceğiz. Böylelikle güven sorunu bizdeyse onun kıymetli zamanını almamış oluruz, bu güveni hak etmiyorsa da kendimizi yormamış oluruz.

Ve üçüncü konumuz...

Gebelerde şeker yükleme testi. Aslında burada da aynı mantık geçerli. Karatay'ın bahsettiği yüzde yüz doğal yağ, doğal protein ile, organik yiyeceklerle beslenen, hiç şeker tüketmeyen bir gebe için şeker yükleme testi, karı ve zararlarıyla değerlendirilmeli elbette... Ama böyle bir gebe var mı Türkiye'de? Varsa dediğim gibi yine tek başına değerlendirilebilir. Ancak bir Türk insanı olarak toplumumuza baktığımda, normalde şeker tüketen, hatta gebe olduğunda canı çekiyor diye her canının istediğini yiyen insanlar görüyorum...

Size bu konuda çok çarpıcı ve somut bir örnek vereceğim. Bu konu 2015 senesinden beri tartışılıyor biliyorsunuz ve ben de o dönemden beri tıp fakültesinde okuyorum. Dolayısıyla bunları o zaman da sorguluyordum. Bir gün mutfakta kek yaparken, gündemde olan bu konu aklıma geldi. Baktım, kekin içine ne kadar da şeker koyuyorum... Düşündüm: "E bu keki Türkiye'de yaşayan, ortalama beslenme alışkanlığına sahip bir gebe zaten yer..." 

Bilmeyenler için: şeker yükleme testi iki şekilde yapılabilir. 75 gr veya  50 gr ve sonrasında gerekli durumda 100 gr şekilde.

200 ml çikolatalı sütte ne kadar şeker var biliyor musunuz? 15 küp şeker, yani 75 gr.

Yani... Bir gebe o sütü içiyor ise (ki gördüğüm kadarıyla içiyor) , bu durumda tarama testine "şeker almak istemiyorum" diye karşı çıkması pek mantıklı olmaz...

Zira bu testi yaptırmadığınızda gebelikte şeker hastalığının meydana getirebileceği her türlü riski kabul etmiş oluyorsunuz! Bu riskler ise şöyle: gebelik hipertansiyonu, erken doğum, düşük, bebekte oluşabilecek bir çok gelişimsel anomali, bu gelişimsel anomalilerden dolayı doğum esnasında gelişen komplikasyonlar, bebeğin kaybedilmesi...

Yani burada da özetle, bir tıp öğrencisi olarak görüşüm toplumumuz göz önüne alındığında bu testi yaptırmanın size sağladığı fayda, muhtemel zararından çok daha fazla.

Ancak unutulmamalıdır ki...

Prof. Dr. Canan Karatay bir bilim insanıdır.

Görüşünü önce okursunuz, katılırsınız veya katılmazsınız. Ancak katılırsanız sebebini, katılmazsanız da yine sebebini açıklamanız gerekir. Dolayısıyla bu konuda yorum yapan kişilerin öncelikle bu şekilde olaya yaklaşması gerektiği kanaatindeyim. Bugün önümüzde, bir hukuki sürecin sonucu var: 15 günlük meslekten men cezası. Bu kararı yargılayacak hukuki statüde değilim. Dolayısıyla uygunluğu hakkında boş görüş beyan etmeyeceğim. Ancak aklı hür vicdanı hür bir birey olarak, bir bilim insanına 15 günlüğüne meslekten men cezası verilerek halk sağlığının korunabileceğine şahsen inanmıyorum. Başta belirttiğim gibi, alanında uzman çok kıymetli hocalarımız var. Eleştirel yaklaşımla bu konuda halkı gerekçeleriyle bilgilendirseler ben hem bir öğrenci olarak hem bir vatandaş olarak kendilerine oldukça müteşekkir olurum.


Yani...

1.  "Karatay Diyeti" yapacağım diye her gün marketten aldığınız tereyağı ve market yumurtası ile beslenip, vücudunuzun metabolik dengesini bu yöne değiştirmeden önce bir düşünün derim.

2. Yıllarca bunun eğitimini almış,  hasta olduğunuzda kapısını çaldığınız hekimlerin size reçete ettiği ilaçları kullanmamazlık yapmadan önce bir düşünün derim

3. Kekleri börekleri yedikten sonra, sizin aylarca gebelik takibinizi yapan Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanı hekimin onca yıllık eğitimini hiçe sayıp, sizi zehirliyormuşçasına ona güvenmeyip, tarama testini reddetmeden önce bir düşünün derim.

4. İç hastalıkları ve kardiyoloji olmak üzere iki dalda uzmanlığı olan, bu mesleği yıllarca icra etmiş, 7 tane kitap yazmış bir profesör hakkında; taşlarcasına, dalga geçercesine yorum yapmadan önce

ve metabolik hastalıklar ile yediğimiz besinlerin ilişkisi bu kadar aşikar iken bir iç hastalıkları uzmanına "kendi alanınla ilgilen" demeden önce bu konudaki bilgi seviyeniz üzerine bir düşünün derim.

Bu yazımı sabırla okuduğunuz için teşekkür ederim. Sizin gibi okuyan ve farklı bakış açılarına fırsat veren kişiler sayesinde biraz olsun ileri gidebileceğimize inanıyorum.

Saygılarımla...

27 Temmuz 2018 Cuma

Tıp Dönem 4'te Çalışma ve Sözlü Sınavı Önerileri

Merhaba!

Bildiğiniz gibi ilk 3 dönem, anatomi ve histolojinin bazı sınavları dışında teorik sınavlardan oluşuyor. Ancak dönem 4'e geldiğimizde sözlü sınavların puan değeri çok büyük, hatta geçip kalma durumunuzu büyük oranda bu sınavlar belirliyor. Ancak sözlü sınavın gerektirdiği çalışma tarzı (benim deneyimlerime göre) oldukça farklı. Bugün, 4'e başlayacaklar için önceden bunları paylaşmak istedim. :)

Öncelikle belirttiğim gibi, dönem 4 için ilk tavsiyem: odaklandığınız sınav sözlü olsun. Yani bizim okulda örneğin %60 sözlü %40 yazılı sınav etkiliyor geçme notumuzu. Ama çalışırken sanki sadece sözlüye çalışıyormuşsunuz gibi stajın başından çalışmanızı öneririm.

Peki sözlüye yönelik çalışma ne demek? Sözlüde, bilginizi sözlü olarak ifade etmek zorundasınız, bu açık. Ama bunu sınavdan önce mutlaka test edin. İlk sınavımdan örnek vereyim. Çalıştım, okudum, yazılıda da yazdım. Ama sözlüye girince kilitlendim, aklıma hocaların sorduğu hiçbir şeyin cevabı gelmedi. Önünüzde şıklar yok çünkü eleyemiyorsunuz. İki tane jüri size bakarken bazen konuşamayabilirsiniz (özellikle ilk sınavda) Hocalar kağıdıma baktı, şok oldu. Kağıdıma üç madde tam olarak yazdığım sorunun cevabını veremedim.. Sözlüde sadece bir madde söyleyebildim... Dolayısıyla sınavdan da kaldım.

Daha sonraki çalışmalarımda provalar yaptım. Bir konuyu okuduktan sonra geçmedim. Mutlaka o konuyu sesli olarak anlattım. (Duvara) :) Bir arkadaşınızla da çalışmak güzel fikir ama ben kendi çalışma sistemimde kendi zamanlamam ile daha verim aldığımdan tek çalışmayı tercih ediyorum.

Konunuza çalıştınız, derste işlenilen notları sesli şekilde anlattınız, o konuda diğer gruplara hangi soruların sorulduğunu mutlaka araştırın bu soruları kendinize sorun ve cevaplarını sesli olarak anlatmaya çalışın.

Çalışma materyali olarak önerim senenin başında MUTLAKA  bir fizik muayene kitabı alın, okuyun. Ben hacettepe fizik muayene okudum, güzeldi, özet bir kitap olduğundan daha detaylı bir kitap da alabilirsiniz ama bence gayet verimli bir çalışma sağlıyor.

Bunu dışında mutlaka ders notlarınız, referans kaynağınız dışında youtube lecturio gibi görsellerden de yararlanın. X konusuna notunuzdan çalıştıktan sonra bir de youtube'a girip o konu başlığını ingilizce olarak yazın, o konudaki 5-10 dakikalık videoları izleyin. Bu notunuzdaki bilgileri özetleyerek hatırlamanızı kolaylaştıracak.

Dönem 4 demek klinik demek! MUTLAKA hastanedeki zamanınızı iyi değerlendirin! Hocalarınızın anlattığı şeyleri kesinlikle not alın, kaçırdıklarınızı arkadaşlarınızdan isteyin, siz de paylaşın. Birlikte bilgilerinizi yapboz gibi tamamlayın. Hasta başında öğrendiğiniz bilgiler en unutulmaz bilgiler olacak! Zira benim için öyle oldu...

Teoriğe güzel çalıştık, sesli tekrarlar yaptık, çıkmış baktık, hastanede hocalarımızı dinledik, eksikleri öğrendik, hastamızdan anamnez alma ve muayene pratiklerimizi defalarca yaptık...

Sıra geldi sözlü sınavına.

Buradaki tavsiyelerim çalışmanızın dışında, taktik niteliğinde :)

Öncelikle, sözlü resmi bir sınav ve siz bir doktor adayısınız. Dolayısıyla bu ekole uygun giyinmelisiniz. Kimsenin kıyafeti hakkında yorum yapan biri değilim dolayısıyla bu tavsiyeyi de çok kendi görüşüme göre vermiyorum açıkçası. Hocalarımızın beklentilerini göz önünde bulundurarak veriyorum.

İkincisi, hocalar öz güveninize çok dikkat eder bunu unutmayın. Kendinizden emin görünün. Biliyorum telaşlısınız ama bu telaşı yansıtmamaya çalışın. Sakin olun.

Sorular size yönlendirildiğinde cevap vermeden sakince bir düşünün. Hemen atlamayın. Soruyu anladıktan sonra sanki televizyondaki bir doktor bir şeyi açıklıyormuş gibi, kendinizden emin bir şekilde konuyu açıklayın. Arada sizi test etmeye çalışabilirler, doğru söylediğiniz bir şeye kaşlarını kaldırıp "emin misin??" diye sorabilirler, burada bilginiz devreye girecek. Doğruluğuna emin olduğunuz bilgiden asla vazgeçmeyin, imkanınız varsa sebebini mekanizmasını açıklayın işte o zaman puanları toplayacaksınız:)

Bu arada, cevapları sayarken robot gibi, ezbere saymanızı önermem. Sakince düşünerek güzel şekilde açıklayın.

Ağzınızdan çıkan her şeyin ne anlama geldiğini MUTLAKA bilin. Örneğin bir sözlümde hocalarım bana madde madde saymam gereken bir soru sordu. Tam sekizinci maddeye geldiğimde "Kistik Fibrosis" dedim , doğruydu da. Maddeler bitti. Bu sefer dediler: Anlat bakalım bize kistik fibrosisi. Hastalığın genel mekanizmasını söyledim, bu sefer mutasyona uğrayan geni sordular. CFTR geni deyince de kaçıncı kromozom üzerinde olduğunu sordular. 7 deyince devam etti sözlü. Ancak orada kistik fibrosisi bilemeseydim, "Sizi dışarı alalım" diyebilirlerdi :)

Son tavsiyem, sözlü esnasında mutlaka çok saygılı olun. Bir soru sorulduğunda, o sorunun cevabı size stajda öğretilmemiş olabilir, buna rağmen ASLA "Hocam bu öğretilmedi" demeyin. Bu hiç hoş karşılanmaz, bu size kesinlikle puan kazandırmaz, aksine çok ters bir tepki yapar. "Hocam anımsayamadım" demenizi öneririm. Doğru bildiğiniz bilginin elbette arkasında durun ancak bilmediğinizde (bunu yapanları duydum) asla biliyormuş gibi yapmayın! Yine anımsayamadığınızı kibarca belirtin, puanınız düşer ama itibarınız olduğu yerde kalır... :)

Benim verebileceğim tavsiyeler bunlardı. Bunları uyguladığım Kadın Hastalıkları ve Doğum stajımdan 91 puan ile geçtim. Sizlerin de bu sene çok daha başarılı sonuçlar almanızı çok isterim, umarım yazım faydalı olmuştur.

Son olarak şunu da belirtmek istiyorum. Sınavı geçmek her şey değil bunu sakın unutmayın. Kalmak da. Kaldığınızda tekrar hazırlanıp daha iyi çalışıp geçebilirsiniz. O sınavı geçmiş olmanız da harika bir doktor olacağınız anlamına gelmez. Lütfen sınav haricinde de kendinizi geliştirmeyi ihmal etmeyin. Özellikle iletişim konusu çok çok önemli. Lütfen hastalarınıza, bir yakınınıza davranılmasını istediğiniz gibi davranın.

Unutmayın, bu fakülteye kendi rızamızla geldik ve amacımız insanları iyileştirmekse bunu onlarla güzel iletişim kurarak yapmak durumundayız. Hastalara ve yakınlarına karşı tavırlarınızda lütfen saygılı olun.

 Bazen sabırlı olmanız gereken durumlar da yaşayabilirsiniz, bu durumlarda sabırlı olun. Ancak işinizi engelleyen durumlarda kurallar ve saygı çerçevesinde kendinizi ve eğitim hakkınızı da koruyun.

Tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki onca olumsuz olaya rağmen, siz onlarla güzelce ilgilendiğinizde, sadece stajda zorunlu olan işinizi yapsanız dahi size dualar edecek harika yürekli harika insanlar var.

Ve yine lütfen unutmayın, etik ve vicdan sınavlarda puanlanmaz.

 Başarılar, sevgiler!





16 Temmuz 2018 Pazartesi

Tamamlayıcı tıp nedir? Ne değildir?

Tamamlayıcı tıpla tanışmam aslında derste değil ilk olarak bir konferansta oldu. Bilimsel Araştırma Topluluğu'muz ile organize ettiğimiz Akupunktur konferansında, aslında sadece onunla ilgili bilgi edinmedim aynı zamanda tamamlayıcı tıpla ilgili ön yargılarımı da yıktım diyebilirim.Daha sonrasında dönem 3 okul müfredatımıza eklendi. Avrupa'da tamamlayıcı tıbbın uzun yıllardır tıp eğitimine katıldığını; Amerika'da "DO" ve "MD" olarak doktorların -temel prensipler olarak ayrılmamış, ancak- belli farklılıklar taşıyan bölümlere ayrıldığını da göz önünde bulundurursak bu dersi aldığım için kendimi şanslı hissediyorum diyebilirim. Türkiye'de yeni yeni müfredata girmeye başladığından bu dersi almamış olabileceğinizi düşünerek siz değerli tıbbiyeli arkadaşlarıma ve bu konuda aklında soru işaretleri olan halkımıza olabildiğince genel ifadelerden oluşan bir yazı yazmak istedim. Umarım bu konuda bir fikir edinmenize, geleceğin hekimleri olarak merakınız varsa araştırıp kendinizi geliştirebilmenize küçük de olsa bir katkısı olur.


Aslında tamamlayıcı tıbbı tanımlamamız için adından yola çıkmak daha yerinde olacak. Zira tamamlayıcı tıp alternatif tıp ile karıştırılmamalı. Tamamlayıcı tıp, hiçbir şekilde modern tıbbın uygulamalarını bir kenara bırakmak demek değildir. Bu durum "alternatif" tıpta söz konusudur. Bu da kabul edilemez. Bunun için, modern tıp ile bağdaşan, modern tıbbın rutin uygulamaları içerisinde yer almayan ancak bilimsel anlamda hastalara fayda sağlayabilecek uygulamalar için "tamamlayıcı" kelimesi kullanılır. Tamamlayıcı tıp adı üstünde, modern tıbbı tamamlar. Onun için, bahsettiğimiz bağlamda "Alternatif  tıp" ifadesini kullanmak yanlış ve yanıltıcı olur. 

Peki nereden çıktı bu tamamlayıcı tıp, neden günümüzde uygulamalarına ihtiyaç duyuluyor?
Tıp kitaplarını az çok karıştırmış birçok insan bilir; insan sadece lego gibi birleşen organlardan oluşan bir yapı değil. Gizemini hala koruyan ve bilimin çözmeye çalıştığı bir çok karmaşık yapıdan oluşuyor. Bunun içinde basit sandığımız inorganik moleküller, sinir ağlarından tutun reseptörlere kadar... Manyetik alandan dahi söz edebildiğiniz bir biyolojik, duyguları olan bir yapı düşünün. Sizce de olaya robot tamir eder gibi yaklaşmak hatalı olmaz mı?

Modern tıp, aslında her tıp öğrencisinin temelde aldığı dünyaca kabul edilen bilimsel verileri kapsar bildiğiniz gibi. Ancak tıp okuyanlar bilir, bazen işin fizyolojik boyutunun teknik bilgilerine o kadar yoğunlaşırız ki, insanı "teknik prensiplerle çalışır gibi" gördüğümüz olabilir. Uzmanlık alanlarındaysa gastroenterelogların insanların özellikle midesine, kardiyologların kalbine odaklandığı gibi...


Tamamlayıcı tıp da nereden çıkmış? diyerek, konu ile ilgili bilgisi, eğitimi olmamasına rağmen bu konuda yorum yapan, tıp eğitimi olmayan bazı kişilerden "Modernlikten uzaklaşıyoruz" yorumunda yazılar okumuş olmamın üzerine şundan bahsetmek istiyorum... Avrupada tamamlayıcı tıp konularında uzun yıllardır eğitimler veriliyor. Bu konular bizden daha erken başlamış olmak suretiyle araştırılıyor. Tıp öğrencilerinin, tıp doktorlarının hatta profesörlerin yararlandığı bir biyomedikal veritabanı olan Pubmed'te şuan yayınlanmış, Akupunktur konulu 17203  çalışma olduğunu biliyor muydunuz? (Rakam uydurma değildir, buraya tıklayarak makalelere ulaşabilirsiniz.) Yani aslında bu konuda dünyada BİLİMSEL çalışmalar yapılmış, yapılmaya da devam ediyor.

Peki tıp öğrencilerinin bu konuda bilgisi olması neden gerekir? Bildiğiniz gibi bu durum suistimale de açık bir durum. Bilgisiz kişiler tarafından yüz çeşit türü olan bir bitkinin tıbbi olmayan, etkisiz türünün "şifalı" adı altında satılabileceği gibi daha da kötüsü zehirli türünün de tüketilebilmesi söz konusu. Fitoterapi ise bunu tıp disipliniyle birleştirmekte ve doğru kişiler tarafından uygulanmasını sağlamakta.

Özellikle modern tıbbın çözüm konusunda çaresiz kaldığı bazı durumlarda, hastalar ve hasta yakınları alternatif yollar aramaya yönelebiliyor. Bu hastaların umutlarını sömürmek isteyen kişiler veya iyi niyetli olsa dahi insan vücudu ve sağlığı hakkında yeterli bilimsel bilgiye sahip olmayan kişiler bu durumda hastaları yanlış yönlendirebiliyor. Bu uygulamalar zaman zaman fayda sağlayabiliyor ANCAK çoğu zaman yanlış uygulandığında fayda sağlamadığı gibi çok büyük zararları da olabiliyor. Bunu stajım esnasında bizzat yaşayıp gördüğüm bir örnekle daha somut bir şekilde anlatabilirim. Elbetteki anonim olarak belirteceğim bir hastam, maalesef kanserdi ve kemoterapi alıyordu. 4 senedir çeşitli cerrahi ve kemoterapiler ile tedavisine devam etmekteydi. Hastalık öyküsünü sorarken bana midesinin "patladığından" ve acile geldiğinden, sonrasında acil ameliyata alındığından bahsetti. Bunun detaylarını sorguladığımda ilk başta söylemedi. İlk kemoterapi sonrasında patladığını (yani perfore olduğunu) söyledi, ancak bir kaç gün sonra bu aklıma yatmadı, tekrar sorularımı sordum ve öğrendim ki aslında günde üç kere çok fazla miktarda olacak şekilde ısırgan otu suyu içmiş. Mide kanserine "iyi gelsin" diye... Ve midesi delinmiş.

İşte tamamlayıcı tıp tam olarak burada devreye giriyor! Doktorların otlara çöp diyerek kestirip atması ve hastaların tedaviden tatmin olmayıp bu işin yıllarca eğitimini almış doktorları bir kenara bırakıp tedavilerinde çok büyük aksaklıklara yol açabilecek başka bir çözüm araması malesef onlara üzücü şekilde zarar vermiş.. Günümüzde ilaçların dahi bitkilerin çeşitli işlemlerden geçirilip doz ayarlaması yapılarak üretildiğini biliyoruz. Onun için bu tabloda tıp dünyası olarak bizim üzerimize düşenin tamamlayıcı tıbba bir bakış açısı geliştirerek, hastanın talebi doğrultusunda bilimsel olarak bu işle uğraşan uzman kişilere hastamızı yönlendirmek olduğunu düşünüyorum. Elbette ki her uzmanlık alanındaki hekim hangi bitkinin neye iyi geldiğini bilsin demiyorum. Ama en azından hastalarının böyle bir talebi var ise emin ellerde, doğru koşullarda yapılsın ve medikal tedavisini olumsuz etkilemesinin önüne geçilsin diyorum.

Bildiğimiz gibi içilen bitki çayları, cilde sürülen kremler bile içtiğimiz ilaçların vücudumuzdaki etkilerini (örn biyoyararlılığını) değiştirebilmekte. Dolayısıyla bunları sorgularken hastamızın bunları biz doktorlardan saklamaması, bize rahatça söyleyebilmesi ve verdiğimiz tedavinin etkili olabilmesi için bu konuda da toplumumuzdan bağımsız düşünmememiz, halk sağlığı açısından önemli diye düşünüyorum.

Sonuç olarak, tamamlayıcı tıbbın modern tıp biliminin esasları içinde araştırılması, geliştirilmesi ve doktorlar tarafından en azından temel özelliklerinin ve imkanlarının bilinmesi; bence hem toplum sağlığı için hem de tıp uygulamaları ve imkanlarını ileri taşımak adına kıymetli bir adım olacak. 

Bu konudaki görüşlerim ve paylaşmak istediklerim bunlardı.

Herkese sağlıklı günler dilerim :)



10 Temmuz 2018 Salı

Okuduğunuz Lisenin Üniversite Sınavına Etkisi

Ben ortaokulda 3 yıl boyunca SBS’ye giren öğrencilerden olduğumdan, çok küçük yaşta sınav kaygısı, iyi bir liseye gitme telaşı içindeydim. Bu dönemde bir hocamla konuşurken bana şöyle demişti, hiç unutmam: Lise bir araba gibidir. O araban ne kadar sağlam ve kaliteli olursa o kadar komforlu bir şekilde gideceğin yere varırsın, ne kadar eskiyse ve kötü durumdaysa seni o kadar uğraştırır. Ancak unutma, sürücü sensin!

Hangi arabada olursan ol, varacağın yere giderken onu kullanacak olan sensin. Doğru kullanarak ikisiyle de hedefine ulaşabilirsin. Yanlış kullanarak ikisiyle de kaza yapabilirsin...

Bu örneğin ne kadar doğru olduğunu yıllar içerisinde yaşayarak da görmüş oldum. Fatsa Fen Lisesi 2014 mezunuyum. Okuduğum lise ortalama bir liseydi diyebilirim. Fen liseleri arasında puanı düşüktü, ama nihayetinde fen lisesiydi. Avantajı, tıp ve mühendislik için gerekli puanın alınmasında ağırlıklı rol oyanayan matematik, fen bilimleri derslerinin sayılarının diğer liselere göre fazla olmasıydı. Biyoloji derslerimizi, rehberlik saatini de ona dönüştürerek adeta rekor sayıda işlerdik. Bunun faydasını gördüğümü dürüst olarak söyleyebilirim. Ancak bu okulumun mükemmel olduğu anlamına gelmiyordu. Bir çok derste verim alamadığım da oldu. Bunu yazdığım için, çok büyük saygı duyduğum hocalarımdan özür diliyorum. Ancak okulda öğrenemeyip dershanede öğrendiğim çok konu oldu. Hatta son sene organik kimya konusunda çok zorlandım. Bunun için özel ders aldım.


Özel ders konusuna değinmişken, genel olarak akıllarda soru işareti olarak kalan bir konuya daha deyinmek istiyorum, o da para konusu. Ne kadar özel ders aldığım soruluyor. Sadece son senemde bahsettiğim gibi organik kimyadan özel ders aldım. Yaklaşık 5-6 saat diyebilirim. Bunun dışında tüm öğrenim hayatım boyunca özel ders almadım. Ancak benim dönemimde dershaneler vardı ve okula takviye olarak çok yararlanıyordum. Dershanedeki hocalarımın hakkını asla ödeyemem. Çok büyük emek sarfediyorlar çok uzun saatler çalışıyorlardı ve sınavı kazanmamda çok büyük katkıları oldu. Onların birebir anlattığı konular ve yapamadığım soruları çözmeleri benim için oldukça öğretici zamanlardı. Ancak dershaneye eğitim hayatım boyunca çok fazla para vermedim, her sene bursluluk sınavları oluyordu o sınavlara girip derece yapıyordum ve büyük oranda indirim kazanarak okuyordum. Bunu imkanı az olan öğrencilerin kendilerini geride görmemeleri için özellikle söylüyorum. Yani ailem elbette ihtiyacım olduğunda bana destek olacak imkana sahipti, onlara haksızlık etmeyeyim ancak yollarıma paralar döşenerek okumadım, her yıl yaşımın gerektirdiği şekilde emek verdim ve bunun karşılığında daha az maddi katkıya gereksinim duydum.

Şuan ise sistem biraz daha farklı, bunun farkındayım. Dershaneler her ne kadar bizi yorsa da kaldırılması aslında farklı branşlarda hocalara erişim konusunda parasal anlamda bence biraz fırsat eşitsizliği yarattı. Şöyle ki, dershanelerde bir kayıt ile tüm derslere erişilebilirken artık eksik olan konularda tek tek destek almak gerekiyor. Bu da çok erişilebilir olmayabilir herkes için. Dolayısıyla okulların eğitiminin önemi daha arttı. Özel okullarda, okuluna göre değişmekle birlikte titizlikle verilen bir eğitim olduğunu düşünüyorum, (ortaokulda burslu olarak 3 sene özel okulda okudum) Bu da malesef biraz fırsat eşitliğine neden olabiliyor.

Ancak unutmayalım, üniversite sınavını bir devlet okulunda okuyarak kazandım. Burada bulunan hocalarımın emeğini asla ama asla ödeyemem. Her öğretmenler gününde onları düşünüp duygulanırım, hayallerime ulaşmamı onlar sağladı çünkü... Lisedeki biyoloji hocamı hiç unutmam. Yapamadığımız soruları götürürdük, dersin işleyişi bozulmasın diye Mustafa hocamız her tenefüste bizim sorularımızı çözerdi. Hatırlayamadığı konularda kitaplarını açar araştırır bakar doğru cümleyi bize gösterir, öğretirdi... Onun sayesinde üniversite sınavında en iyi neti biyolojide yapmıştım.

Burada da belirtmem gereken çok önemli bir detay var o da şu: Lütfen eğer azimliyseniz, çalışıyorsanız bunu hocalarınıza da farkettirin. Onlar bunu farkettiğinde size gerçekten destek olacaklar. Matematikte sorununuz varsa örneğin, gidip bunu matematik hocanızla konuşun. Hocam ben yapmak istiyorum, bu işi öğrenmek istiyorum deyin. Hocanız sizi tanır, nereyi anlamadığınızı bilir. O derse nasıl çalışmanız gerektiğini en iyi o branşın hocası bilir. Soru çözme program konularında lütfen sosyal medyadaki “eğitim koçlarına” veya buradan bana danışmadan önce gidin okulunuzun rehber öğretmeniyle görüşün. Bir hocanızdan yüzyüze destek almak bence çok kıymetli. Ben yıllarca onların tavsiyeleri, branş hocalarımın tavsiyeleri ve kendi çalışma verimimi sentezleyerek karar verdim ve o şekilde çalıştım. Hedefine ulaşmış biri olarak size de naçizane tavsiyem budur...

Son olarak, sınavdan sonra görüyorsunuz ki bir çok çeşit liseden, bir çok şehirden öğrenci fakültenizde bulunuyor. Ve yine görüyorsunuz ki puanı yüksek bir liseden de, düşük bir liseden de hedefine ulaşan veya ulaşamayan bir çok öğrenci çıkıyor. Dolayısıyla yine ilk verdiğim örnekteki noktaya geliyoruz. Okul işinizi kolaylaştıracak güzel bir araç ancak benim deneyimlerime göre sınavı kazanmanızı sağlayan en önemli faktör sizsiniz. Lütfen imkansızlıklarınıza değil, başka seçeneğiniz ne varsa onları aramaya odaklanın. Youtubedaki konu anlatım videolarından özellikle yaz aylarında faydalanabilirsiniz. Anlamadığınız konuları farklı farklı hocalardan dinleyin. . Bu fırsatı lütfen azımsamayın ve hedefiniz neyse ona yönelik çalışmalarınıza sabırla devam edin.
Sevgiler!

Benim YGS-LYS sürecimle ilgili merak ettiklerinizi bu yazılarımdan öğrenebilirsiniz:



LYS'ye nasıl çalıştım?